İlk duyduğumuzda “sürdürebilirlik” diyordu herkes. Herkesin bildiği ancak pek de kullanmadığı bir terimdi. Sonra birden ağızlarda sakız olmaya başladı. Bütün konferanslarda, önemli açılışlarda “sürdürülebilirlik” en moda konu oldu. Acaba kriz ortamında biraz da dikkatleri başka yöne çekmek için mi öne sürüldü? Yoksa hakikaten özellikle çevre gibi hassas bir konuda gelecek kuşaklar adına bıçak kemiğe dayandığı için mi moda oldu?
Sürdürülebilirlik (sustainability) kelimesini “daimi olma yeteneği” olarak tanımlayabiliriz. Bir de sürdürülebilir kalkınma var ki, bunun için de genel tanım “çevreyi de koruyan bir kaynak kullanımı yaklaşımı ile sadece günümüz değil gelecek kuşakların da ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamak” şeklinde… (1)
Aslında herkes sürdürülebilir olmak istiyor. Bireyler, dernekler, işletmeler, üniversiteler, hatta devletler… Bu çok normal. Herkes geleceğe ulaşmak, iz bırakmak, sonsuzluk içinde kaybolmamak istiyor. Yarattığı bir değeri daimi kılmak ve bu değerin getirisi ile sadece şimdiyi ve kendini değil, geleceği ve kendinden sonraki kuşakları da garanti altına almak istiyor. Ama bu yeni bir kavram değil. Çocuk sahibi olmak bile bazılarına göre sürdürülebilir olmanın bir yolu olarak düşünülebilir. Ama kendimizi, çevremizi daimi kılmanın yolu bol bol çocuk sahibi olmak mıdır? Çocuklarımıza iyi bir eğitim vermeden, düşünmelerine, yaratmalarına, yarın öbür gün üretime katkı sağlamalarına eşit fırsatlar tanıyacak bir altyapı oluşturmadan onları yetiştirmek bizi nasıl bir geleceğe sürükler? Bizi garanti altına alacak bir gelecek midir bu yoksa bizi bekleyen bitmez tükenmez sıkıntılar ve kaos mudur? Bizi geleceğe taşıyacak tüketime yönelik sürekli bir büyüme midir yoksa anlamlı bir gelişme mi?
Konuya işletmeler açısından baktığımızda oluşturulan stratejiler, hedefler, politikalar hep işletmenin başarısını değişen rekabet koşulları içinde daimi kılmak içindir. Sistemleri kişilerden bağımsız kılabilmek de yine daimi olmanın bir yoludur. Bir işletme içinde herhangi bir pozisyondaki kişiyi sistemden çeksek dahi altyapı öyle bir şekilde kurulmalıdır ki iş devam etsin. Aynı şekilde yönetici bir kişiyi hatta lideri bile sistemden çeksek işletme devam edebilmeli yerine geçecek kişi/ler önceden gerekli hazırlıkları yapmış olmalıdır. Birçok şirkette sürdürülebilir olmanın anahtarı şartlar ne olursa olsun işletmeyi daimi olmaya hazırlayan aile/şirket anayasaları ve işleyişi detaylı bir şekilde anlatan şirket izlekleridir.
Bu doğrultuda sürdürülebilir deyince benim ilk aklıma gelen uzun vadeli plan yapmak. Bence bu 1. kural. Geleceği düşünmek, tahminlerde bulunmak, yatırım yapmak, ama hep uzun vadeli… Sakla samanı gelir zamanı. Ne ekersen onu biçersin gibi… Eğitime yatırım yapmak belki de uzun vadeli plan için verilebilecek en iyi örneklerden biri. Eğer yatırım insanları düşünmeye, düşünürken sorgulamaya, gelişmeye, yaratıcı olmaya sevk ediyorsa bu yatırımdan alınacak sonuç da sürdürülebilir olur.
Peki sürdürülebilir bir sistemde hedef nedir? Sürdürülebilir bir yapıda sistem, çevresinden bağımsız bir olgu olarak değil de çevresi ile bir bütün olarak düşünülür. Hedef, tüm sistemin bütüncül olarak koşullarının iyileştirilmesidir. Belki en çok da zorluk çektiğimiz bölüm bu. Çünkü bizim hedefimiz hep kendi çıkarımızı maksimize etmek. Bu da bizi John Nash’in klasik iktisat yaklaşımına alternatif olarak ortaya attığı “oyun teorisine” götürüyor. Klasik iktisat yaklaşımında, bir gruptaki faydanın maksimize edilmesi için grup elemanlarının her birinin kendisi için en faydalı olan seçeneği seçmesi öngörülür. Nash ise bir grup için maksimum faydanın ancak herkesin grup için en faydalı olanı seçmesiyle oluşabileceğini göstermiştir. Konuyu çok basit bir örnekle açıklamaya çalışayım. Bir işletme düşünün ki, çalışanlarının hepsi lider olmak istiyor. Maaş, kariyer beklentisi, statü bütün bunlar lider olabilirlerse kendileri için yaratabilecekleri en büyük fayda… Ancak herkes lider olursa şirket nasıl yönetilecek? Şirketin daimi bir hayatı olması için bu kişilerin hepsinin lider mi olması gerekiyor? Yoksa işletmenin faydası düşünülerek herkes bir takım liderlik özellikleri gösterse dahi lider olmaya en müsait adayın bu görevi üstlenmesi mi? Herkesin lider olduğu bir durumda şirket iyi yönetilemeyeceği için belki de uzun vadede bütün çalışanları olumsuz yönde etkileyecek şartlar ortaya çıkacak. Ancak tek bir lider altında diğer kişilerin de doğru bir kariyer planlaması ile işletme için en uygun pozisyonlara getirilmeleri işletmenin performansını olumlu etkileyecektir. Bu da tüm çalışanların maaş, kariyer ve statü konularında herkesin lider olacağı pozisyondan çok daha ileri noktalara ulaşmalarını sağlayacaktır. Peki her şey insan için mi olmalı? Kesinlikle hayır. Sürdürebilir olmak için sadece insan ölçeğinde değil, çevrede bulunan canlı, cansız her türlü varlığı düşünmek gerekir. Bu da 2. Kural.
Bu yaklaşım bizi Worldwatch 2008 raporunda “Ne Yapılabilir” başlığı altında uzmanların yedi alanda ekonomide kavramsal reform önerileriyle karşılaştırıyor. Bunlar sırasıyla 1- Ekonomik ölçeğin ayarlanması 2- Büyüme yerine gelişme 3- Fiyatların ekolojik gerçeği yansıtması 4- Doğanın katkısının hesaba katılması 5- Önceden tedbir alma ilkesi 6- Ortak kaynakların ortaklaşa yönetimi 7- Kadına değer vermek.(2) Merak edenler detayları ilgili siteden inceleyebilirler. Tabi daha sonraki raporu okuyunca yukarıda bahsi geçen öneriler ile ilgili olarak çabanın ne kadar sınırlı kalmış olduğunu da fark ediyoruz. Ama yine de yaklaşımın değişmesi ve Worldwatch raporunda da bahsi geçen önerilerin her geçen gün daha da çok tartışılıyor olması sanırım tüm insanlığa hepimizin aynı gemide olduğunu ve sadece kendi çıkarımızı düşünmememiz gerektiğini sık sık hatırlatıyor.
Hatırlamaktan söz açılmışken, eğrisi doğrusu ile geçmişle barışık olmadan sağlıklı bir geleceğe ulaşmak mümkün değildir. Bu da Kural 3. Değişik psikanaliz okullarında vurgulanan ve kişilerin geçmişinin şimdiki ruhsal yaşamları üzerindeki yadsınamayacak etkisi aynı şekilde işletmeleri ve hatta devletleri ilgilendiren bir konudur. Ülkemizde de bu konu ile ilgili çok yol almamız gerektiğine inanıyorum. Mehmet Sucu’nun yazmış olduğu 12 Eylül Yasakları kitabının önsözünde bakın İlhan Selçuk ne demiş; “Demokrasiye giden yolda yürüyebilmek için geçmişi unutmamak zorundayız”.
Artan nüfus, büyüyen ekonomiler ve hali hazırda kullanılan enerji kaynaklarının çevreye verdiği zarar. Niye yenilenebilir? Çünkü yenilenebilir olmadan sürdürebilir olmak biraz zor. Bu da Kural 4. Fosil ve nükleer yakıtlara alternatif doğal enerji kaynakları konusunda yapılan araştırmalar sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kavramlarını da gündeme getirdi. Yenilenebilir enerji, “doğanın kendi evrimi içinde, bir sonraki gün aynen mevcut olabilen enerji kaynağı” olarak tanımlanıyor.(3) Bu kural Worldwatch raporunda bahsi geçen 4, 5 ve maddeler ile yakın ilişkili. Ayrıca, yenilenebilir ile birlikte daha uzun süredir aşina olduğumuz geri dönüşümün de birlikte değerlendirilmesinin yararlı olacağını düşünüyorum.
Yurtta Sulh Cihanda Sulh olarak Atatürk’ün özetlemiş olduğu ilke ise bence sürdürülebilir olmak için 5. Kural. Rekabet halindeyken karşısındakini yok etmeyi hedeflemek ilk etapta çok daha kolay bir çözüm gibi görünür. Asıl zor, ancak çok daha verimli olan strateji ise, rekabet ederken dahi yıkıcı, tamamen yok edici olmamayı becerebilmek. Farklılıklardan, zıtlıklardan beslenerek gelişimin sürekliliğini sağlamak, hükmetmek yerine birlikte yaşamayı sürdürebilmek, rakiplerle barışabilmek, insanlıkla barışabilmek, geçmişle barışabilmek, kendiyle barışabilmek, doğayla barışabilmek…
—————–
(1) http://en.wikipedia.org/wiki/Sustainable_development
(2) http://www.worldwatch.org/stateoftheworld
(3) http://www.bugday.org/article.php?ID=79
Email: icoskun@mazarsdenge.com.tr
Website: www.mazarsdenge.com.tr
* Bu makale İşte İnsan’da yayınlanmıştır.
Yorum yok