Sevgili okurlar,
Hepimize geçmiş olsun diyorum çünkü ister Burgazada’da, ister Gelibolu’da olsun, ülkemizin neresinde olursa olsun yanan bizim bir parçamızdır, milli servetimizdir….
Küçücük bir kıvılcımdan çıkan ve Burgazada’yı cehenneme çeviren yangın hepimizi derinden yaraladı ve çok üzdü…..
Adada akşama doğru yangın söndürülürken belediye mensuplarının, emniyet amirlerinin ve ada halkının hararetli tartışmalarına şahit oldum: Bazısı yangının sabotajdan kaynaklandığını, bazısı çöplükten çıktığını savunuyor, kimisi müdahalenin geç yapıldığını, uçak ve helikopterlerin daha erken gelmesi halinde sonucun bu kadar dramatik olmayacağını ısrarla vurguluyordu. Ama bütün bu söylenenler hafızalarımıza kazınacak ve gözlerimizin önünden yıllarca silinmeyecek acı gerçeğin ağırlığını hafifletemiyordu. Biz insanlar olarak kaçıp yangın mahallinden uzaklaşabilirken doğada yılların emeğiyle yetişmiş o güzelim ağaçlar, topraktan bir adım geri atmadan, mertçe, o korkunç mahşer ateşinin içinde gözlerimizin içine baka baka, yanıp kül oldular. Ada halkının yüzünde hep aynı ifade vardı zaten, sanki o cayır cayır yanan çamlarla birlikte içlerindeki “ada ruhu” da uçup gitmişti. “Burgaz bitti artık” diyordu bazıları, “ada kalmadı gitti” diye homurdanıyordu insanlar…
Bundan neredeyse 20 yıl önce bir yangın çıkmıştı Burgaz’da, Bayraktepe civarı tamamen yanmıştı. Sonra ağaçlandırılmıştı o bölge ve ben her yaz tepeye çıkar yangın mevkiindeki ağaçlar büyüyüp boyuma yetişti mi diye kontrol ederdim. Okullar açılıp da Sirkeci vapurundan, Bayraktepe’ye doğru hüzünlü gözlerle bakarken, seneye yaz geldiğinde bu kel tepedeki ağaçların kocaman olduklarını görmek için dua ederdim. Biliyor musunuz o küçücük ağaçlar yıllar sonra üç metre boya kadar ulaşmış, genç, güçlü, erişkin çamlar olmuşlardı. Ne yazık ki, tarih tekkerrür etti ve hepsi yandı onların, bir tanesi kalmadı….
Değerli okuyucular, biz yılmayız, yılmamalıyız, pes etmemeliyiz, yine ağaç dikmeliyiz, evet ama bu acı tarihin tekrarlanmasını da mutlaka önlemeliyiz!
Herşeyden önce adalarda çöplerin toplanıp ada içinde bir bölgeye götürülerek yakılma işleminden kesinlikle vazgeçmeliyiz. Ada içindeki çöplerin şişe, teneke, pet şişe ve kağıt ayrımı yapıldıktan sonra adadan çıkartılmasını sağlamalıyız. Bu yangını takiben yanan bölgenin koruma altına alınarak, inşaata açılmasını engellemeliyiz. Adaların SİT alanı olduğunu hatırlayarak, her belediye seçiminden önce olduğu gibi, adanın çeşitli yerlerine dikilen inşaatlara son vermeliyiz. Ağaçlandırma yapıldığında küçük fidanlar yerine 1 metre boyuna kadar ulaşmış ağaççıklar dikmeliyiz. Küçük boyda dikilen fidanların çoğunluğunun kurak sezonlara daha dayanıksız olduklarını unutmamalıyız. Fidanların bakımı ve korunması için gerekli önlemleri almalıyız. Örneğin birkaç yıldır bütün adaların çamlarını tehdit eden hastalıkların yeni dikilicek ağaçları da etkilemesini engellemeliyiz. Adanın çeşitli noktalarında mevcut tazyikli su merkezlerinin yanına su çıkışlarının yanına uygun hortumlar da yerleştirmeliyiz. Ada kıyılarında mangal ve her ne sebep ile olursa olsun ateş yakılmasına izin vermemeli, bu kurala uymayanları cezalandırmalıyız. Orman içinde özellikle şişe toplama konteynerleri yerleştirmeliyiz.
İstanbul gibi dev bir şehirde yangın felaketine karşı helikopter ve uçak bulunmaması, bu tip araçların yok sözleşmeleri bitmiş, yok asıl yerleri zaten İstanbul değilmiş gibi bahanelerle en az 1 saat uçuş mesafesi olan çeşitli yerlerden gelmesi, her an bir deprem felaketiyle karşı karşıya kalabilecek kentimiz adına büyük bir eksikliktir. Bu eksikliğin giderilebilmesi için tüm olanakların seferber edilmesi gerekmektedir.
Verilecek emeklerin ziyan olmaması ve acıların tekrar tekrar yaşanmaması için aklıma, gelen birkaç öneriyi sizlerle paylaşmak istedim.
Çocuklarımıza daha iyi bir gelecek bırakabilmek adına sorumluluğun birey olarak herkesçe paylaşılması gereğini hatırlamak hepimizin vatandaşlık ve insanlık görevidir.
İzel Levi Coşkun
Bu yazı Cumhuriyet Gaztesinde yayınlanmıştır
Yorum yok