Keşke önümüzdeki yıl geride bıraktığımız Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamamıza gerek kalmasa…
Bir Dünya Kadınlar Günü’nü daha geride bıraktık. Hepimize kutlu olsun.
Medyada çok yankı bulan bir konu. Herkes bir şeyler söylüyor, çiçekler, gülücükler dağıtılıyor. Her yerde kutlamalar var. Yarın 9 Mart. Seneye görüşürüz artık.
Yeni moda böyle… Şaşalı pankartlar, belediyeler tarafından eve kadar gönderilen çiçekler, basın bildirileri, AVM’lerde özel indirimler… Müthiş bir pazarlama fırsatı.
Konunun ilklerinden biri İbn-i Rüşd (1126-1198). Endülüs Emevi Devleti’nde kadın haklarından bahsetmiş. Aynı yıllarda Avrupa’nın Orta Çağ karanlığında fikir yürüten, sanat yapmak isteyen, bilime ilgi duyan kadınlar cadı diye diri diri yakılırken…
Kadınlara ilk seçme ve seçilme hakkı veren ülke Yeni Zelanda, sene 1893. Atatürk 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermiş; Fransa, İsviçre gibi birçok Avrupa ülkesinden önce.
Eşitlik adına atılmış çok önemli, öncü bir adım. Peki, 1934’ten günümüze ülkemizde kadınların toplumsal statüsünde vardığı yer neresi? Dünya Ekonomik Forumu tarafından 2009’da yayımlanan Küresel Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’ne (Gender Gap Report) göre Türkiye 134 ülke arasından 129’uncu sırada.
Bu doğrultuda, töre cinayetlerinin devam ettiği, kadınların okula gönderilmeyip eğitimden alıkonduğu ülkemizde, mahalle baskısı ile ötekileştirilen kadınlarımızdan bahsetmek istiyorum. Anadolu’nun şirin bir köyü olan Yaprakhisar’dan Firdevs’e, Sivas’tan İstanbul’a göç etmiş bir ailenin kızı olan Arife’ye sesleniyorum… Okuyamadılar, okutulmadılar.
Dün Cumhuriyet Gazetesi’ndeki bir yazıda Türkiye’de yaşayan her 10 kadının 4’ünün fiziksel şiddete maruz kaldığını okuyorum.
Simone De Beauvoir, Le Deuxième Sexe (İkinci Cins, 1949) adlı kitabının önsözünde bakın ne diyor: “Dişi ve erkek terimleri, yalnızca formel anlamda, örneğin hukuki yazışmalarda simetrik olarak kullanılırlar. Gerçekte iki cinsiyet arasındaki ilişki elektrik alanındaki zıt kutuplar gibi değildir. Çünkü erkek hem pozitif hem de nötr olan tarafı temsil eder. Dişi olan ise, negatifi temsil eder, kısıtlayıcı kriterler ile açıklanır ve karşılığı yoktur.”
Sizce değişen bir şey var mı acaba? Aslında var ama o kadar yavaş ki… Kolay değil Aristo kadını doğuştan bazı kalitelerden yoksun kılarken Sir Thomas More ise kadını kusuru olan erkek olarak tanımlamış. Bu kadar yıldan beri kafamıza kazılmış olan bu “öteki” kavramından kurtulmamız epey zor gibi görünüyor.
Kadın olarak bir “İşadamları Derneği”ne üye oluyorsunuz, bunu pek de kimse yadırgamıyor. Peki ya, erkeklerin de üye olduğu bir derneğin adı “İşkadınları Derneği” olsa? Simone de Beauveoir’in dediği gibi bu toplumun erkek olarak algılanması, kadının ise ötekileştirilmesi yüzünden. Aynı durum “bilim adamı” için de geçerli. İşadamlarından iş insanlarına, bilim adamlarından bilim insanlarına geçişi heyecan ve umutla bekliyorum.
Her ne kadar TÜİK verilerine göre Aralık 2007 ile Aralık 2008 döneminde kadın istihdamının 250.000 kişi arttığı belirtilmişse de yine de kadınlara iş yerlerinde ne kadar fırsat tanındığını merak ediyorum. Her yerde onların iyiliğini düşünen, kollamaya çalışan “erkek yöneticiler” var ya… Çok karşılaşıyorum, aynı yaştalar, aynı kıdeme sahipler, erkek terfi ediyor, kadına gelince tecrübesi eksik.
Kadın yönetici olacak. Yöneticisi diyor ki “yok kaldıramaz, yazık yıpranır, çok koşturması var bu işin, hem çoluk çocuğu var zor olur.” Onun adına karar veriyor. Yok böyle bir şey, çağırıp önce kendisine sorsana, onun adına düşünme hakkını sana kim veriyor?
Binnaz Toprak’ın yazmış olduğu Türkiye’de Farklı Olmak kitabında “Toplumsal Baskının Zaman ve Mekan Ötesi Muhatapları” adı altında kadınlar için ayrılmış olan bir bölüm var. Durum ülkemiz genelinde daha da vahim… Başlangıçtaki kısa bir paragrafı sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Eğitime yönelik engeller, rızasız ya da mutsuz evlilikler, gelir sahibi olamamak, geleceğe yönelik endişeler gibi bildik sorunlar anlatılanlar. Fakat aynı toplantılarda ortaya çıkan bir sorun daha var ki, dillendirilmesi bile çözüm olabilir: Dışarı çıkmak. Evlerin dışına, sokağa, gezmeye, kamusal alana… ne derseniz deyin adına, oraya işte, çıkamıyor kadınlar. Çıksalar da rahat edebilecekleri bir yer yok evin dışında.”
Yukarıda da bahsi geçtiği gibi erkekte olmaması gereken bütün özellikleri taşıyan bir varlık mı kadın? Güçsüz, korunmaya ve kollanmaya muhtaç, duygusal, zaafları olan, güzelleşmek için süslenmek zorunda olan, günah işlemeye ve erkeğe günah işletmeye eğilimi olan, öteki… Hayır, (bir insan olarak) hiç birini kabul etmiyorum.
Her şeyden önce Anadolu burası… Anadolu’da olmaz, olmamalı. Ana Tanrıça’nın vatanı burası. Kadınların kutsal olduğu topraklar buralar. Özverileri, çabaları, güçleri ile bize Kurtuluş Savaşı’nı kazandırmış olan kadınların toprakları buralar…
En başa dönüyorum ve diliyorum ki:
Seneye 8 Mart’ta kadınlarımız;
– Eşit olduklarını iliklerine kadar hissetsinler.
– Seneye etrafımda daha çok kadın lider, daha çok kadın iş insanı, daha çok kadın girişimci, daha çok kadın milletvekili, daha çok kadın bilim insanı, yazar, sanatçı, öğretmen, doktor, avukat görmek istiyorum.
– Daha çok kız çocuğunu öğrenci olarak görmek istiyorum.
– Daha çok derneğin, vakfın, sivil toplum kuruluşunun kadınlar tarafından yönetilmesini istiyorum.
– Seneye töre cinayetlerine kadın kurban vermek istemiyorum. Kadınların şiddete maruz kalmamasını, ayrımcılık görmemesini, mutsuz evliliklere bağımlı kalmamalarını, mahalle baskısını hissetmemelerini istiyorum.
– Kadının “öteki” olmamasını, özgür kalmasını diliyorum. Kısacası seneye Kadınlar Günü’nü kutlamamıza gerek kalmamasını diliyorum.
Email: icoskun@mazarsdenge.com.tr
Website: www.mazarsdenge.com.tr
* Bu makale İş’te İnsan’da yayınlanmıştır.
Yorum yok