Doktora öğrenciliğim sırasında girdiğim bir sınavda profesörlerimizden biri gelecekte iş hayatını şekillendirecek olguların başında neler olacak şeklinde bir soru sordu. Cevabım son derece basit ve netti. Yaratıcılık. (Nokta)
Yaptığımız iş her ne olursa olsun, kısırdöngüleri kıran, çözümsüzlükleri çözülebilir kılan aslında geleceğe bizi hazırlayan hep yaratıcılık değil midir?
Yakın gelecekte her sektör ve iş için (mesleğim olan muhasebe ve müşavirlik dahil olmak üzere) özel yaratıcı ekiplerin kurulacağını, sistemleri yönetenlerde ise “yaratıcılık” özelliğinin ön plana çıkacağını, hatta kariyer ilanlarında “yaratıcı aranıyor” (sadece tasarım için değil) diye ilanlar ile karşılaşacağımızı düşünüyorum.
Tabi sınavda cevabımı biraz süslemek için bunları da ekledim kağıdıma… Kaç aldığımı hatırlamıyorum ama hala aynı fikirde olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. ?
Peki, nedir bu yaratıcılık? Einstein’ın ilginç bir açıklaması var yaratıcılık için… Şöyle demiş: “Yaratıcılık bir kombinasyon oyunudur” yani “birbiri ile nadiren birleştirilebileceği düşünülen kavramlar arasında ilişki kurulabilirse ortaya çıkacak nihai sonucun getireceği yenilik o kadar büyük olacaktır”. (Kombinasyon oyunları ile ilgili olarak www.creativethinking.net sitesini ziyaret etmenizi tavsiye ederim.) Altını çizmiş olduğum nadiren birleştirmek, ilişki kurabilmek ve yenilik sözlerine ileride tekrar değineceğim.
Araştırmalar yaratıcılığın temel bileşenlerinden birinin “spontanite” olduğunu göstermektedir. Deniz Altınay’ın derlediği Psikodrama’da Seçme Konular Kitabı’nda spontan kişinin karakteristik özellikleri ile ilgili olarak birkaç tanımdan bahsedilmektedir. Buna göre M. Kalliopuska spontaniteyi “kendini ifade edebilme becerisi”, Thomas A. Wyatt “bilincin olmayışı, bir tür bilinçsizlik”, Gordon Moskowitz “çocukluk”, David Read Johnson “kendinden şüphe etmeden, suçluluk hissetmeden risk alabilme” olarak tanımlamışlardır. Bu tanımları birleştirdiğimizde ve merkeze de Gordon’un “çocukluk” tanımını koyduğumuzda hepsinin de çok küçük yaşlardaki o belki de konuşmayı bilmesek bile kendimizi özgürce ifade edebildiğimiz ve sadece “kendimiz” olabildiğimiz dönemleri işaret ettiğini görebiliriz.
Çok kabaca tanımlarsak “tiyatroyu psikolojide tedavi aracı olarak kullanmak” anlamına gelen psiko-dramanın kurucusu J.L.Moreno ise spontaniteyi “şimdi ve burada” olarak tanımlamıştır. Spontanite işlevselliği ile kişiyi yeni bir duruma yönelik davranışa veya eski bir duruma ilişkin yeni bir davranışa iter. Buradaki süreç ise problem çözme esnasındaki süreç ile karşılaştırılabilir. Buna çarpıcı bir örnek Büyük İskender’in kimsenin çözemediği Gordiyon düğümünü spontan bir hareketle kılıcını çekip bir darbe ile keserek çözmesi olabilir.
Moreno’ya göre spontanlıkları bastırılan bireylerin yaratıcılıkları da engellenir. Çocukluk yıllarımızdaki spontanlığın doğal halimiz olduğundan yola çıkarak bunun önlenmesi sonucunda üretken olamayan, kendine ait olan iç enerjisini dışarıya yansıtamayan kişi içten içe eriyip yok olacaktır.
Peki, bütün bunları ne diye anlattım? Çünkü yaratıcılığın sistemlere katma değer katan en önemli unsur olduğunu düşünüyorum.
Yaratıcılık da spontanite ile birlikte ele alındığında, yani doğal ya da spontan olduğunuzda, belki de tam olarak kendiniz olduğunuzda yaratıcılık konusunda ilk adımı atmış oluyorsunuz.
Ancak gerçek şu ki, çocuk gibi davranmanın ayıplandığı, tüm doğallığımızla hareket ettiğimizde farklının “anormal” ilan edilip toplum dışına itildiği, yanlış yapmanın suçlulukla eşitlendiği, fazla soru sormamanın makul karşılandığı bir sistem içinde yetiştiriliyoruz. Aslında yaratıcılığımızın örselendiği, kendimiz olmaya pek de izin verilmeyen bir sistem ve genelde aynı yapıda bulunan iş yerleri…
Son yıllarda kazandığı ivme ile hayatımızı yeniden şekillendiren küreselleşmenin vardığı noktaya baktığımızda, kültür endüstrisi (*) patronlarının, benzeşen bireyler üretip, araştırmayan, üretmek yerine tüketimi hayat gayesi olarak benimseyen bir kişilik modeli oluşturduğunu görebiliriz. Kısacası hem işverenler, hem çalışanlar hem de tüketiciler benzeştiriliyor. Maalesef bu standartlaşma günümüze kadar üretim anlayışımızda da etkin oldu. Bu doğrultuda, ne yazık ki yaratıcılığı temel almadan çok iyi fason üretim yapan, düşük maliyetleriyle yıllarca dünyada tekstil üretiminde ön sırada yer alan bir ülke olduk. Ta ki, kilometrelerce öteden Çin gelip rekabete katılana kadar. Yaratıcılıktan uzak kalıp tüketicinin faydasını maksimize etmek, işin zor kısmı olan marka oluşturmaya yönelmemek ve farklılığı bu yönde geliştirip katma değer yaratmak yerine standart bir üretimi benimsemek günümüzde tekstil sektörünün yaşadığı krizin nedenlerini gözlerimiz önüne sermektedir.
Tüm bunlar düşünüldüğünde hayatta belki de kendimize yapacağımız en büyük kötülük Tanrı’nın bize bahşettiği bir nimet olan yaratıcılıktan kendimizi mahrum bırakmaktır. Aynı bağlamda bir işletmenin de kendine yapabileceği en büyük kötülük kendisini yaratıcı bireylerden yoksun kılmaktır. Yaratıcılık eksik olduğu takdirde işletmenin sürdürebilir rekabet avantajı sağlaması olanaksızdır. Konu ile ilgili olarak Jack Foster’ın Yaratıcılık Fabrikası kitabından bir alıntı ile devam edeyim. “Bir işyerinde yaratıcılığın, çalışanların sorunlarla ilgili fikir ve çözümlerle dolup taşmasının önemi ne kadar vurgulansa azdır. Microsoft’un eski baş teknoloji uzmanı Nathan Mhyrvold üstün bir elemanın sıradan birine kıyasla 1000 kez daha değerli olduğunu ileri sürmektedir. Neden mi? Fikirlerinin kalitesi yüzünden.”
Konu ile ilgili Rollo May, Yaratma Cesareti kitabında aynen şöyle diyor; (yaratmak için) “gerekli olan cesaret salt inatçılık da değildir – mutlaka başkalarıyla birlikte yaratmak durumunda kalacağız. Fakat eğer kendi özgün fikirlerinizi ifade etmezseniz, kendi varlığınızı dinlemezseniz, kendinize ihanet etmiş olacaksınız. Bütüne katkıda bulunmadığınız için ihanetiniz toplumumuza da karşı olacak.”
Şimdi en baştaki kombinasyon oyunu tanımına dönersek hali hazırda bir işte çalışıyor ya da iş arama sürecinde olun, sadece kendinizi yansıtan ve sizin görebildiğiniz nadir ilişkileri görüp birleştirerek fikirlerinizi zenginleştirmekten ve çevrenizi yenilikler ile tanıştırmaktan lütfen kaçınmayın. Buna izin vermeyen sistemler ile ilgili ise önünüzde 2 seçenek var. Ya sistemi değiştirin ya da başka sisteme geçin… Tabi her zaman yeni sistem yaratıcısının siz olabileceğini de unutmayın…
**************
(*) Frankfurt Okulu ‘nun, özellikle Max Horkheimer ve Theodor Adorno tarafından geliştirilen ve kullanılan ve Okul’un genel yaklaşımını ifade ana kavramlardan birisidir.
Daha fazla bilgi için: http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BClt%C3%BCr_end%C3%BCstrisi.
Email: icoskun@mazarsdenge.com.tr
Website: www.mazarsdenge.com.tr
* Bu makale İş’te İnsan’da yayınlanmıştır.
Yorum yok