Bazı günler vardır. İnsan kendini yorgun, bıkkın, çaresiz ve amaçsız hisseder. Morali bozuktur, üzgündür, keyfi yoktur, hiçbir şey yapmak istemez. 16 Temmuz günü, önceki akşam olanların etkisiyle ben böyle bir gün yaşadım. Eminim siz de yaşadınız, bugün de aynı hisleri yaşamaya devam ediyorsunuz. Ne yazık ki güven duygusunun yitirildiği, barışın unutulduğu, herkesin korku ve kaygı içinde yaşadığı bir dönemden geçiyoruz. Ne olduğunu bilmediğimiz gibi, ne olacağını da kestiremiyoruz. Bu durum kendimizi daha da etkisiz, çaresiz hissetmemize ve ne acıdır ki umutsuzluğu kapılmamıza sebep oluyor.
Bana göre insanlara bahşedilen ve kişinin yaşama sıkı sıkıya sarılmasına önayak olan en kuvvetli duygu “umut” tur. Platon’un “doğru nedir” sorusuna cevap aramakla başlayan “Devlet” kitabında “Umut yola sokar yoldan çıkan insan aklını” der. Bu sözü çok anlamlı bulurum. Çünkü hepimiz bir gün öleceğimizi biliriz. Ancak her yeni doğan gün içimizde yeni bir umut yeşertir ve biz yaşamaya, o belki de son olacak günü geçirmeye çalışırız. En keyifsiz, en bıkkın olduğumuz noktada ufacık bir umut bizi hayata bağlar, bir gün sonra ve bir gün sonraya taşır…
Kaos sadece ülkemiz için geçerli değildir. İnsanlık Amin Maalouf’un “Çivisi Çıkmış Dünya” kitabında anlattığı gibi kendi uygarlığını kısa vadeli çıkara dayalı amaçlarla tüketme eğilimindedir. Bu kaosa ülkeler, organizasyonlar, örgütler, politikacılar, basın, şirketler vb dâhildir. Kaostan beslenen, etrafa korku salan sistemlerin esas amacı da insanların kafasını karıştırıp umutlarını kaybettirmektir. Bu vesileyle moralleri bozulan, bölünen, güçsüzleşen, çaresiz ve ne yaptığını bilmez bir hale gelen insanlar, rahatlıkla her türlü çıkara alet edilebilecek ve çok daha kolay yönetilebilecektir.
Peki, biz ne yapabiliriz?
Bu aralar özellikle de herkesin kendince B planları üretip, bu planları tavsiye niteliğinde paylaştığı ortamlarda ben B planımı aşağıdaki maddeleri gerçekleştirmeye çalışarak uyguluyorum.
1) Etki alanımı arttırmak: Bu aralar çok daha fazla çalışıyor, mesleki olarak kendimi her zamankinden daha çok geliştirmeye çabalıyorum. Çalıştığım sektörün bağlı bulunduğu kurum ve kuruluşların aktivitelerine sıklıkla iştirak etmeye, girişimciler ve üniversitelerde öğrencilerle daha fazla bir araya gelmeye, işimde daha organize olmaya ve uzun vadeli planlama yapmaya çok özen gösteriyorum. Örnek vermem gerekirse şirketimizde gerçekleştirmekte olduğumuz kurumsal sürdürülebilirlik çalışmaları, yani özetle ekonomik getiri ile sosyal ve çevresel etkiyi kurumsal yönetim ilkeleri ışığında dengelemek fikri böyle işte bir dönemde ortaya çıktı.
2) Yeni şeyler öğrenmek: Buna vereceğim en çarpıcı örnek yaşıma rağmen, sıfırdan yepyeni bir lisan öğrenmeye başlamak oldu. Yeni bir lisan öğrenmek hem zihnimi canlı tutuyor, hem de hiç yapmadığım bir şey olduğu için yaratıcılığıma son derece önemli bir katkıda bulunuyor. Yazı yazmak da buna başka bir örnek. Bir şeyler üretebilmek gerçekten değer yaratabilmek için önce kendinizin öğrenmesi gerekiyor. Moralimi bozan, hiçbir etkim olmayacak konular üzerine birtakım varsayımlar okumak yerine, yepyeni şeyler öğrenmeye yönelik okumalar yaparak, sonra da bunları yazıp paylaşmak yolunu tercih ediyorum. Ayrıca beni her alanda besleyen konserlere, müzelere, sanatla ilgili faaliyetlere iştirak ediyor, şirketimizde gerçekleştirdiğimiz kültür gezi ve seminerlerine mutlaka katılıyorum.
3) Benzer değerleri savunan kişi, oluşum ve şirketlere sahip çıkmak: Hayata anlam veren ve bizi biz yapan en önemli faktörün değerlerimizde saklı olduğunu düşünüyorum. Etik olmak, paylaşmak, yaptığı her işte kaliteyi ön planda tutmak, topluma ve doğaya karşı sorumluluklarını yerine getirmek, tükettiğinden fazlasını üretmek, duyarlı olmak, çeşitliliğe saygı duymak gibi değerlere şu günlerde her zamankinden daha çok sahip çıkmamız gerektiğine inanıyorum. Buna basit bir örnek alışveriş alışkanlıklarımız olabilir. Vergisini düzenli olarak ödeyen, toplum ve çevre için fayda yaratan, etik ticaret ilkelerine uyan, sürdürülebilirlik konusuna önem veren, sorumlu gelir prensibini benimseyen ürün ve hizmetleri tercih ettiğimizde bu değerlere sahip çıkan işletmeleri destekliyor olmuyor muyuz?
4) Aile ve yakın dostlarıyla daha fazla zaman geçirmek: Aile büyüklerinizi ne sıklıkta görüyorsunuz? En sevdiğiniz dostlarınızla hangi aralıklarda buluşuyorsunuz? Hayatınızdan televizyon ve cep telefonu gibi hangi unsurları çıkarıp ya da kullanımını azaltıp yerine yakınlarınızı, sevgiyle andığınız dostlarınızı koymak istersiniz? Etrafımızdaki her türlü olumsuzluk minik bir aile bireyimizin gülümsemesiyle uçup gitmiyor mu? Hayatın koşuşturmacası içinde birçoğumuz bu soruları kendine hiç sormadan aynı rutin içinde tıkanıp kalıyor. Acaba sorsak hayatımızda neleri değiştirirdik?
5) Doğa ile daha yakın olmak ve mümkünse doğa içinde spor yapmak: Etrafımızda yarattığımız gürültü dolu beton dünyasının içinde doğadan geldiğimizi unutuyoruz. Geçenlerde bir eğitmenin eşliğinde bir adanın en tepesine çıkarak, çam ağaçlarının altında, toprak kokusunun, martı seslerinin ve Marmara Denizi’nin eşsiz manzarasının eşliğinde yoga yapmanın keyfine vardım. İkamet etmekte olduğum İstanbul’un çevresi türlü trekking ve yürüyüş parkurlarıyla dolu olduğu gibi, türlü endemik bitki ve diğer canlılara ev sahipliği ediyor. Belki onlara biraz daha yakınlaşıp, onları tanımak için çaba sarf edersek, aynı ekosistemi paylaşırken hem yaşam haklarına saygı gösterir, hem de bize sundukları güzelliklerden faydalanabiliriz.
6) Sosyal sorumluluk projelerine maddi, manevi destek olmak, bizzat içlerinde yer almak: Kendimi yakın hissettiğim, kültür, eğitim, çevre, sürdürülebilirlik, girişimcilik gibi konularda çalışan dernek, vakıf ve diğer oluşumların organizasyonlarını daha da çok destekliyor, aktivitelerine mümkün olduğunca katılmaya dikkat ediyorum. Şu zor ekonomik ve sosyal koşullarda örneğin bir derneğin toplantısına iştirak edip en azından orada canla başla çalışan insanlara “iyi ki varsınız” demenin bile onlar için ne kadar önemli bir motivasyon kaynağı olduğunun farkında mısınız?
Bu zor günler elbette bir gün geçecektir. Ancak kafamızı bulandıran, moralimizi bozan, bir türlü anlam veremediğimiz bir sürü olay ve dikkatimizi dağıtan binlerce uyarıcı karşısında, bildiğimize odaklanmak, katma değer yaratabileceğimiz alanlarda çalışmak, özümüze bağlı kalarak bizi biz yapan öğeleri her ne pahasına olursa olsun savunmak, aydınlığa çıkan yolumuzu kolaylaştıracak ve umutsuzluğumuzu dağıtacaktır. Bunları yaparken de birbirimize her zaman olduğundan daha da sıkı sarılmak olumsuzluklara dayanma gücümüzü şüphesiz arttıracaktır.
Sözlerimi şair Ahmet Arif’in umutla ilgili “Anadolu” adlı şiiriyle bitirmek istiyorum.
Anadolu
“Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.“
Yorum yok